Paris, seni seviyorum.
Bana Arzu Kaprol ile tanışma, hatta röportaj yapma fırsatı verdin.
Paris’te showroom açılışı ile birlikte yeni koleksiyonunu tanıtacak olan
Arzu Kaprol’un; Tom Ford’dan Balenciaga’ya, Hotel Costes’dan Goyard’a kadar
dünya çapında markaların bulunduğu Rue Saint-Honoré’deki ofisine gidiyorum.
Gitmeden önceki telaşım akıllara zarar. Sanırsınız ki açılacak showroom
benim. Ufak çaplı bir ne giymeliyim krizi yaşıyorum. Normalde gardırobumda çok
sayıda Que ve Arzu Kaprol bulunur, ama Paris’te 65m2’de bir hayat kurduğum için
çoğu kıyafetim burada değil. Olanlar arasından onun tasarımlarını bulup
çıkartıyorum heyecanla. Beni beğensin istiyorum.
|
Ofisten keyif veren bir köşe |
Bina girişinde mumlar karşılıyor beni. Ve işte Arzu Kaprol, hemen karşımda…
Fransa kanalı Arte’nin röportajının ardından benimle görüşüyor. Her röportajını
ağzım açık izlediğim kadın, bana röportaj veriyor.
Sakinleşmek için şampanyadan koca bir yudum alıyorum. Ona o kadar çok şey
söylemek istiyorum ki; saçmalıyorum, master’ımdan bahsediyorum, “sizi böyle
canlı canlı görmek harika” filan diyorum. Ben ona iltifat etmeye utanırken; o
üzerimdeki Que tasarımlarını fark ediyor, bana iltifat ediyor. Karnesindeki
pekiyileri büyüklerine göstermiş bir çocuğun haklı gururunu hissediyorum.
|
Arzu Kaprol & Moda Cambazı |
|
Arzu Kaprol |
|
Arzu Kaprol & Moda Cambazı |
Yine müthiş bir koleksiyon sunuyor. Adı: “Birlikte Yalnızlık”.
Koleksiyondan bana geçen duygu şu: Evet! Bu kıyafetlerin içinde, bu kalabalıkta
yalnız olma durumu ile başa çıkabilirim… Öyle bir güç vaat ediyor bana. Yapılı,
sağlam binalar gibi ayakta duruyor. İlham panosundaki mimari kokuyu
duyabiliyorum. Derilerin baskın olduğu koleksiyonda markasının DNA’sına yine
sadık kalıyor, ama kendini tekrarlamaksızın. İpek ve trikolar da var. Arındırıcı
beyazlar, kar sessizliği gibi. Sakin ama güçlü. Grafik desenler, siyah beyaz
kontrastı, neon sarılar ve kırmızılar ise yürek çarptırıcı. Yalın ve elegan
maviler geçerken önümden, Joan Miró’nun “Bleu” üçlemesi tablolarına bakar
gibiyim. Hepsi benim olsun, hepsi...
Ve sohbetimiz başlıyor. Kendini fark ettiren güzel diksiyonu, abartılı kelimeler kullanmaksızın sanatsal karakterli ve bir parça akademisyen edalı konuşma tarzı ile Arzu Kaprol sorularımı yanıtlıyor.
Paris'te "Birlikte Yalnızlık"
Moda Cambazı: Paris’te dünyaca ünlü
tasarımcıların mağazalarının olduğu çok prestijli bir caddede artık bir
showroom’unuz var. Bu size neler hissettiriyor?
Arzu Kaprol: Özel bir duygusu yok
açıkçası. Çünkü hayatınızda yaşadığınız gelişmeler, iyileşmeler ya da büyümeler
zaten o anın getirdiği, gerektirdiği şeyler. Şaşırıyorsanız bir gariplik var.
Tabii ki şükrediyorum, tabii ki çok güzel bir şey. Ama olması gereken zamanda
ve yerde olduğunu düşünüyorum.
Moda Cambazı: “Birlikte Yalnızlık”
koleksiyonunuzdaki ilham kaynaklarınızdan bahsedebilir misiniz?
Arzu Kaprol: Sosyal medya
ilişkilerini, büyük kalabalıklar içerisinde aslında ne kadar gerçek ilişkiler
içerisinde olduğumuzu sorguladığım bir koleksiyon. Kalabalık içinde yalnız
olmak tamamen. O yüzden geometrik formlar var. Çizgilerin hepsi bir noktadan
çıkıyor ama birbirine değmiyor. Dolayısıyla aslında büyük bir ağ var, ama
merkezinde siz teksiniz.
Moda Cambazı: Atelier
koleksiyonunuz, Pret-a-porter (hazır giyim) koleksiyonunuzdan ne kadar farklı?
Arzu Kaprol: Atelier çok daha özel
bir işçilikle üretiliyor. Üzerinde harcanan emek ve saat, onu Atelier yapan.
Pret-a-porter bir endüstri ürünüyken, Atelier tek tek elde dikiliyor.
Hayattan keyif alan, global bir kadın
Moda Cambazı: Peki Arzu Kaprol
kadını, nasıl bir kadın?
Arzu Kaprol: Benim ifade etmem
zor. Ama nasıl görmek isterdim derseniz; yaptığı her şeyden, hayattan keyif
alan ve güçlü bir kadın derim. Feminen, ama androjen bir feminenliğe sahip.
Erkek gibi olmaya çalışmayan, ama isterse kimlik de değiştirebilen. Duygusal
değişiklikleri yaşayabilen. Kadın olduğunu kabul eden; vücudundan, kendinden
keyif alan bir kadın. Bu kadın dünyanın her yerine seyahat edebilir, dünyanın
her yerinde yaşayabilir. Çünkü o global bir kadın, aktif ve de sosyal. Spora da
gitse, pazar kahvaltısına da; bir kokteyle ya da Oscar’a da katılsa hep kendine
güvenen bir kadın.
Moda Cambazı: Sizin favori
tasarımcılarınız kimler?
Arzu Kaprol: Kendim de dahil olmak
üzere, her sezon başka isimleri beğenebiliyorum. Her yaptığını her zaman
beğenirim diyebileceğim birisi yok. Bu kendim için de geçerli. Yine de en çok
beğendiğim tasarımcı olarak Cristobal Balenciaga’yı söyleyebilirim. Kup, form
ve işçiliğini inanılmaz buluyorum.
Moda Cambazı: Nicolas Ghesquière
ayrıldı ama...
Arzu Kaprol: Evet, üzülüyorum gitmesine. Çünkü onun bir tavrı vardı.
Yaşama karşı bir tasarımcı tavrı vardı.
Kült soru: Stil sahibi olmak nedir?
Moda Cambazı: Arzu Kaprol bir şehir
olsaydı, hangi şehir olurdu? Dünyanın hangi şehri sizin ruhunuzu en doğru
yansıtırdı?
Arzu Kaprol: İstanbul. İstanbul’un
kozmopolit, çok modern ama çok geleneksel hali, çok insancıl olma hali, yakın
olma hali. Bunların benim için çok önemi var.
Moda Cambazı: Arzu Kaprol markası
bir içecek olsaydı, hangi içecek olurdu?
Arzu Kaprol: Su. Su gibi olmasını
isterim. Akışkan ve yaşam veren.
Moda Cambazı: Arzu Kaprol’den çocuk
ya da erkek gibi yeni bir line haberi gelebilir mi?
Arzu Kaprol: Başka line’lar şu
anda düşünmüyorum. Zamanla olabilir mi, bilmiyorum. Ama şimdilik bu konuda bir
plan program yok.
Moda Cambazı: Moda kurbanı değil,
stil sahibi olmaktan bahsediyoruz hep. Peki stil sahibi olmak nedir?
Arzu Kaprol: Stil zamanla
eskimeyendir. Modayla ilişkisi yoktur. Stil modayla ve zamanla ilişkisi olmayan
bir tavırdır aslında. Konuşmak gibi, karakter gibi. Dolayısıyla zamanla da
geliştirilebilir bir şey.
Moda Cambazı: Kendi stilinizi nasıl tanımlarsınız?
Arzu Kaprol: Zamansız, keyifli ve
modern.
Moda Cambazı: Hayatınızdaki en
olmazsa olmaz üç şey nedir?
Arzu Kaprol: Ailem, ailem, ailem.
|
Sahne arkası |
Artık herkes mi modacı?
Moda Cambazı: Artık çok fazla insan modacı. “Modacıyım” demek,
“tasarımcı” olmak neleri gerektiriyor sizce?
Arzu Kaprol: Öncelikle bir şeyin
tasarımını yapabilmek için bir temel teknik bilgi altyapınızın olması lazım.
Okullu olmak gerekiyor. Ya da gerçekten işin tekniğinde çalışmış olmak. Ama
yine de içinde yaşadığımız çağda eğitimini almamak çok kabul edilebilir bir şey
değil.
Moda Cambazı: Doğuştan çok yetenekli olmak yeterli değil mi?
Arzu Kaprol: Yeteneğinizin zaten
olduğunu varsayıyoruz. Yetenekli olmak bir ayrıcalık değil, bir zorunluluk.
Yeteneğinizin üzerine siz ne yapacaksınız, bu size kalmış. Önce eğitimini
almak, sonra emek vermek ve sonra yapmaya devam etmek ve gün geçtikçe de
geliştirmek gerekiyor.
"Fashionista" ve "Fashion Designer" farkı...
Moda Cambazı: Güzel giyinen, ikon
kabul edilen kişiler tasarım yapıyor ve hatta markalarını yaratıyor. Bu konuda
ne düşünüyorsunuz?
Arzu Kaprol: Birinin güzel
giyiniyor olması ya da eşine dostuna güzel kombin önerileri veriyor olması onu
modacı yapmaz. Fashionista ve fashion designer farkı. Ben çok fazla mimariden
ilham aldığım için, giysi tasarımı ve mimariyi çok özdeşleştiriyorum.
Düşünebiliyor musunuz, merdivenin teknik oluşumunu bilmeyen bir mimar olabilir
mi? Olamaz. Dolayısıyla ceket, kol, yaka, astar, fermuar takımını bilmeyen de
bu işi yapamaz. Tekniğini bilmediğiniz bir şeyi tasarlayamazsınız. Ancak
styling yaparsınız. O da önemli bir meslek dalıdır, ama başka bir meslek
dalıdır. Mutlaka özel bir göz ve zevk gerektirir. Ama bu kişiyi modacı yapmaz.
Modacı da stylist değildir zaten. İkisi de saygıdeğer çok farklı iki meslektir.
Özellikle geçici hevesler beni hayata karşı korkutuyor. Bir şeyim demeniz için
ona ciddi bir emek vermiş olmanız lazım. Bu ilişkiler için de böyle, mesleğiniz
için de böyle, çocuğunuz için de böyle. Sahiplenmek, sorumluluk duymak önemli.
Marka olmak da böyle bir şey. Çünkü marka bir taahhüttür, orada olacağınıza ve
onun arkasında duracağınıza dair. Hemen vazgeçemezsiniz.
Moda Cambazı: Daha özüne inecek
olursak, tasarım nedir?
Arzu Kaprol: Tasarım bir şeyi
olduğundan daha iyi yapmaktır. Bu kıyafet, vazo ya da kaşık tasarımı için de
böyledir. Daha iyi bir kaşık yapamıyorsanız, kaşık tasarlamayacaksınız. Çok
basit.
Moda Cambazı: Özellikle Avrupa’da
tasarımcı odaklı bir moda anlayışı varken, Türkiye’de markalara odaklıyız.
Örneğin Vakko, Beymen var ama arkalarındaki yüz, tasarımcı bilinmiyor. Sizce
lüks tasarımcı markaları Türkiye’de neden ön planda değil?
Arzu Kaprol: Yeterli dağıtım
kanalı yok. En büyük sorun bu. Şu anda Arzu Kaprol markası dışında hiçbir Türk
tasarımcının Türkiye’de birden çok mağazası yok. Bu çok garip bir durum. Bir de
algı problemi var. Modacı ve tasarımcı dediğimiz zaman, özel günler için
kişisel kıyafet siparişi verdiğiniz birisi gibi algılanıyor hala. Günlük
hayatımızda bir tasarımcı ürünü giymeye alışık değiliz.
Arzu Kaprol kimdir?
Lise döneminde Türkiye’nin ilk kadın rock grubu olarak bilinen Volvox’un
klavyecisi olan Arzu Kaprol, Mimar Sinan Üniversitesi Moda Konfeksiyonu
bölümünü ve Paris American Academy’de Perfectionnement programını bitirdi.
Türkiye’de 6 butiği olan Kaprol’ün, bugün Harrods ve Harvey Nichols gibi
dünyanın en iyi departman mağazalarında tasarımları satılıyor. Dört sezondur
Paris Fashion Week’e katılıyor ve WWD, Styleite ve Nowfashion gibi en iyi moda
siteleri tarafından takip ediliyor. Tüm bunların dışında Arzu çok şanslı bir
kadın. Jazz piyanisti eşi ve ikizleri olmak üzere 3 yakışıklı adam ile birlikte
yaşıyor. Ve, hayatın içindeki minik ve yalın keyifleri atlamıyor. Hayatı
derinlemesine içine çekiyor.