26 Mart 2013 Salı

Tüm Zamanların Trendi: "Less is More"

Less is more

Stil


Mösyö Yves Saint Laurent'in "Moda geçicidir, stil kalıcıdır" özlü sözünü duymayan yoktur. Bazı trendler var ki, asla geçmiyor. Zamansız. "Less is more" gibi.

Minimalist modanın mottosu haline gelen bu stil, sade bir görüntü sunarken asla iddiadan vazgeçmiyor. Yalın ama keskin çizgiler ile çarpıcı bir etki veriyor.

Less is more

Less is more stili


Geçtiğimiz yıl ülkemizde kapanan Marie
Claire dergisinin Kreatif Direktörü Nina Garcia'nın bu stil stratejisi için yazdığı bir kitap bile var: "A Less-Is-More Approach to Staying Chic".







Göz yormayan ama etki bırakan bu stili uygulamak kolay değil. Aksesuar sayısı müthiş limitli. Aksesuar deyince sadece aklınıza yüzük, küpe vb. takılar gelmesin. Aslında üzerimizde farkında olmadığımız, saymadığımız pek çok aksesuar var. Makyaj bir aksesuar. Saatiniz bir aksesuar. Ojeniz, hatta alyansınız bir aksesuar. Fularınız, şapkanız, eldiveniniz, kemeriniz bir aksesuar. Güneş gözlüğünüz, hatta numaralı gözlüğünüz bir aksesuar. 
Minimalist bir stil için bu aksesuarların pek çoğunu feda etmeniz, seçici olmanız gerekiyor.



Less is more


Bu stili tersten anlatmak gerekirse, İtalyan moda ikonu Anna dello Russo aklıma gelen ilk isim. 
Minimalist stil ne değildir, işte yanıtı.


Moda Cambazı


"AdR" maksimalist stiliyle göz yormayan az sayıda kadından biri. Çünkü ne kadar değil, nasıl abarttığınızdır önemli olan. O her daim çok doğru abartıyor.

Moda Cambazı



Paris Fashion Week'te yani 2-3 hafta önce Rue Saint-Honoré'de birden ışıltılı bir kadınla burun buruna geldim. Kafamı kaldırmamla birlikte bu ışıltının Anna dello Russo olduğunu fark ettim. 2 dakikacık da olsa ayaküstü sohbet edip, bir fotoğraf almayı başardım.



Anna dello Russo

<a href="http://www.bloglovin.com/blog/4608077/?claim=xysac5s9rcc">Follow my blog with Bloglovin</a>

19 Mart 2013 Salı

Arzu Kaprol ile Stil Röportajım - Paris Onunla Daha Güzel!

Paris, seni seviyorum.
Bana Arzu Kaprol ile tanışma, hatta röportaj yapma fırsatı verdin.

Paris’te showroom açılışı ile birlikte yeni koleksiyonunu tanıtacak olan Arzu Kaprol’un; Tom Ford’dan Balenciaga’ya, Hotel Costes’dan Goyard’a kadar dünya çapında markaların bulunduğu Rue Saint-Honoré’deki ofisine gidiyorum.

Gitmeden önceki telaşım akıllara zarar. Sanırsınız ki açılacak showroom benim. Ufak çaplı bir ne giymeliyim krizi yaşıyorum. Normalde gardırobumda çok sayıda Que ve Arzu Kaprol bulunur, ama Paris’te 65m2’de bir hayat kurduğum için çoğu kıyafetim burada değil. Olanlar arasından onun tasarımlarını bulup çıkartıyorum heyecanla. Beni beğensin istiyorum.


Ofisten keyif veren bir köşe

Bina girişinde mumlar karşılıyor beni. Ve işte Arzu Kaprol, hemen karşımda… Fransa kanalı Arte’nin röportajının ardından benimle görüşüyor. Her röportajını ağzım açık izlediğim kadın, bana röportaj veriyor.

Sakinleşmek için şampanyadan koca bir yudum alıyorum. Ona o kadar çok şey söylemek istiyorum ki; saçmalıyorum, master’ımdan bahsediyorum, “sizi böyle canlı canlı görmek harika” filan diyorum. Ben ona iltifat etmeye utanırken; o üzerimdeki Que tasarımlarını fark ediyor, bana iltifat ediyor. Karnesindeki pekiyileri büyüklerine göstermiş bir çocuğun haklı gururunu hissediyorum.

Arzu Kaprol &  Moda Cambazı

Arzu Kaprol
Arzu Kaprol &  Moda Cambazı

Yine müthiş bir koleksiyon sunuyor. Adı: “Birlikte Yalnızlık”. Koleksiyondan bana geçen duygu şu: Evet! Bu kıyafetlerin içinde, bu kalabalıkta yalnız olma durumu ile başa çıkabilirim… Öyle bir güç vaat ediyor bana. Yapılı, sağlam binalar gibi ayakta duruyor. İlham panosundaki mimari kokuyu duyabiliyorum. Derilerin baskın olduğu koleksiyonda markasının DNA’sına yine sadık kalıyor, ama kendini tekrarlamaksızın. İpek ve trikolar da var. Arındırıcı beyazlar, kar sessizliği gibi. Sakin ama güçlü. Grafik desenler, siyah beyaz kontrastı, neon sarılar ve kırmızılar ise yürek çarptırıcı. Yalın ve elegan maviler geçerken önümden, Joan Miró’nun “Bleu” üçlemesi tablolarına bakar gibiyim. Hepsi benim olsun, hepsi...






Ve sohbetimiz başlıyor. Kendini fark ettiren güzel diksiyonu, abartılı kelimeler kullanmaksızın sanatsal karakterli ve bir parça akademisyen edalı konuşma tarzı ile Arzu Kaprol sorularımı yanıtlıyor.


Paris'te "Birlikte Yalnızlık"

Moda Cambazı: Paris’te dünyaca ünlü tasarımcıların mağazalarının olduğu çok prestijli bir caddede artık bir showroom’unuz var. Bu size neler hissettiriyor?
Arzu Kaprol: Özel bir duygusu yok açıkçası. Çünkü hayatınızda yaşadığınız gelişmeler, iyileşmeler ya da büyümeler zaten o anın getirdiği, gerektirdiği şeyler. Şaşırıyorsanız bir gariplik var. Tabii ki şükrediyorum, tabii ki çok güzel bir şey. Ama olması gereken zamanda ve yerde olduğunu düşünüyorum.

Moda Cambazı: “Birlikte Yalnızlık” koleksiyonunuzdaki ilham kaynaklarınızdan bahsedebilir misiniz?
Arzu Kaprol: Sosyal medya ilişkilerini, büyük kalabalıklar içerisinde aslında ne kadar gerçek ilişkiler içerisinde olduğumuzu sorguladığım bir koleksiyon. Kalabalık içinde yalnız olmak tamamen. O yüzden geometrik formlar var. Çizgilerin hepsi bir noktadan çıkıyor ama birbirine değmiyor. Dolayısıyla aslında büyük bir ağ var, ama merkezinde siz teksiniz.

Moda Cambazı: Atelier koleksiyonunuz, Pret-a-porter (hazır giyim) koleksiyonunuzdan ne kadar farklı?
Arzu Kaprol: Atelier çok daha özel bir işçilikle üretiliyor. Üzerinde harcanan emek ve saat, onu Atelier yapan. Pret-a-porter bir endüstri ürünüyken, Atelier tek tek elde dikiliyor.






Hayattan keyif alan, global bir kadın

Moda Cambazı: Peki Arzu Kaprol kadını, nasıl bir kadın?
Arzu Kaprol: Benim ifade etmem zor. Ama nasıl görmek isterdim derseniz; yaptığı her şeyden, hayattan keyif alan ve güçlü bir kadın derim. Feminen, ama androjen bir feminenliğe sahip. Erkek gibi olmaya çalışmayan, ama isterse kimlik de değiştirebilen. Duygusal değişiklikleri yaşayabilen. Kadın olduğunu kabul eden; vücudundan, kendinden keyif alan bir kadın. Bu kadın dünyanın her yerine seyahat edebilir, dünyanın her yerinde yaşayabilir. Çünkü o global bir kadın, aktif ve de sosyal. Spora da gitse, pazar kahvaltısına da; bir kokteyle ya da Oscar’a da katılsa hep kendine güvenen bir kadın.

Moda Cambazı: Sizin favori tasarımcılarınız kimler?
Arzu Kaprol: Kendim de dahil olmak üzere, her sezon başka isimleri beğenebiliyorum. Her yaptığını her zaman beğenirim diyebileceğim birisi yok. Bu kendim için de geçerli. Yine de en çok beğendiğim tasarımcı olarak Cristobal Balenciaga’yı söyleyebilirim. Kup, form ve işçiliğini inanılmaz buluyorum.

Moda Cambazı: Nicolas Ghesquière ayrıldı ama...
Arzu Kaprol: Evet, üzülüyorum gitmesine. Çünkü onun bir tavrı vardı. Yaşama karşı bir tasarımcı tavrı vardı.

Kült soru: Stil sahibi olmak nedir?

Moda Cambazı: Arzu Kaprol bir şehir olsaydı, hangi şehir olurdu? Dünyanın hangi şehri sizin ruhunuzu en doğru yansıtırdı?
Arzu Kaprol: İstanbul. İstanbul’un kozmopolit, çok modern ama çok geleneksel hali, çok insancıl olma hali, yakın olma hali. Bunların benim için çok önemi var.

Moda Cambazı: Arzu Kaprol markası bir içecek olsaydı, hangi içecek olurdu?
Arzu Kaprol: Su. Su gibi olmasını isterim. Akışkan ve yaşam veren.

Moda Cambazı: Arzu Kaprol’den çocuk ya da erkek gibi yeni bir line haberi gelebilir mi?
Arzu Kaprol: Başka line’lar şu anda düşünmüyorum. Zamanla olabilir mi, bilmiyorum. Ama şimdilik bu konuda bir plan program yok.

Moda Cambazı: Moda kurbanı değil, stil sahibi olmaktan bahsediyoruz hep. Peki stil sahibi olmak nedir?
Arzu Kaprol: Stil zamanla eskimeyendir. Modayla ilişkisi yoktur. Stil modayla ve zamanla ilişkisi olmayan bir tavırdır aslında. Konuşmak gibi, karakter gibi. Dolayısıyla zamanla da geliştirilebilir bir şey.

Moda Cambazı: Kendi stilinizi nasıl tanımlarsınız?
Arzu Kaprol: Zamansız, keyifli ve modern.

Moda Cambazı: Hayatınızdaki en olmazsa olmaz üç şey nedir?
Arzu Kaprol: Ailem, ailem, ailem.





Sahne arkası

Artık herkes mi modacı?

Moda Cambazı: Artık çok fazla insan modacı. “Modacıyım” demek, “tasarımcı” olmak neleri gerektiriyor sizce?
Arzu Kaprol: Öncelikle bir şeyin tasarımını yapabilmek için bir temel teknik bilgi altyapınızın olması lazım. Okullu olmak gerekiyor. Ya da gerçekten işin tekniğinde çalışmış olmak. Ama yine de içinde yaşadığımız çağda eğitimini almamak çok kabul edilebilir bir şey değil.

Moda Cambazı: Doğuştan çok yetenekli olmak yeterli değil mi?
Arzu Kaprol: Yeteneğinizin zaten olduğunu varsayıyoruz. Yetenekli olmak bir ayrıcalık değil, bir zorunluluk. Yeteneğinizin üzerine siz ne yapacaksınız, bu size kalmış. Önce eğitimini almak, sonra emek vermek ve sonra yapmaya devam etmek ve gün geçtikçe de geliştirmek gerekiyor.

"Fashionista" ve "Fashion Designer" farkı...

Moda Cambazı: Güzel giyinen, ikon kabul edilen kişiler tasarım yapıyor ve hatta markalarını yaratıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Arzu Kaprol: Birinin güzel giyiniyor olması ya da eşine dostuna güzel kombin önerileri veriyor olması onu modacı yapmaz. Fashionista ve fashion designer farkı. Ben çok fazla mimariden ilham aldığım için, giysi tasarımı ve mimariyi çok özdeşleştiriyorum. Düşünebiliyor musunuz, merdivenin teknik oluşumunu bilmeyen bir mimar olabilir mi? Olamaz. Dolayısıyla ceket, kol, yaka, astar, fermuar takımını bilmeyen de bu işi yapamaz. Tekniğini bilmediğiniz bir şeyi tasarlayamazsınız. Ancak styling yaparsınız. O da önemli bir meslek dalıdır, ama başka bir meslek dalıdır. Mutlaka özel bir göz ve zevk gerektirir. Ama bu kişiyi modacı yapmaz. Modacı da stylist değildir zaten. İkisi de saygıdeğer çok farklı iki meslektir. Özellikle geçici hevesler beni hayata karşı korkutuyor. Bir şeyim demeniz için ona ciddi bir emek vermiş olmanız lazım. Bu ilişkiler için de böyle, mesleğiniz için de böyle, çocuğunuz için de böyle. Sahiplenmek, sorumluluk duymak önemli. Marka olmak da böyle bir şey. Çünkü marka bir taahhüttür, orada olacağınıza ve onun arkasında duracağınıza dair. Hemen vazgeçemezsiniz.

Moda Cambazı: Daha özüne inecek olursak, tasarım nedir?
Arzu Kaprol: Tasarım bir şeyi olduğundan daha iyi yapmaktır. Bu kıyafet, vazo ya da kaşık tasarımı için de böyledir. Daha iyi bir kaşık yapamıyorsanız, kaşık tasarlamayacaksınız. Çok basit.

Moda Cambazı: Özellikle Avrupa’da tasarımcı odaklı bir moda anlayışı varken, Türkiye’de markalara odaklıyız. Örneğin Vakko, Beymen var ama arkalarındaki yüz, tasarımcı bilinmiyor. Sizce lüks tasarımcı markaları Türkiye’de neden ön planda değil?
Arzu Kaprol: Yeterli dağıtım kanalı yok. En büyük sorun bu. Şu anda Arzu Kaprol markası dışında hiçbir Türk tasarımcının Türkiye’de birden çok mağazası yok. Bu çok garip bir durum. Bir de algı problemi var. Modacı ve tasarımcı dediğimiz zaman, özel günler için kişisel kıyafet siparişi verdiğiniz birisi gibi algılanıyor hala. Günlük hayatımızda bir tasarımcı ürünü giymeye alışık değiliz.



Arzu Kaprol kimdir?

Lise döneminde Türkiye’nin ilk kadın rock grubu olarak bilinen Volvox’un klavyecisi olan Arzu Kaprol, Mimar Sinan Üniversitesi Moda Konfeksiyonu bölümünü ve Paris American Academy’de Perfectionnement programını bitirdi. Türkiye’de 6 butiği olan Kaprol’ün, bugün Harrods ve Harvey Nichols gibi dünyanın en iyi departman mağazalarında tasarımları satılıyor. Dört sezondur Paris Fashion Week’e katılıyor ve WWD, Styleite ve Nowfashion gibi en iyi moda siteleri tarafından takip ediliyor. Tüm bunların dışında Arzu çok şanslı bir kadın. Jazz piyanisti eşi ve ikizleri olmak üzere 3 yakışıklı adam ile birlikte yaşıyor. Ve, hayatın içindeki minik ve yalın keyifleri atlamıyor. Hayatı derinlemesine içine çekiyor.

8 Mart 2013 Cuma

Sergilerin En Güzeli: Louis Vuitton - Marc Jacobs

Louis Vuitton & Marc Jacobs Exhibition Paris

Hiç hayatınızda bir sergiye süpermarket arabasıyla gitmek istediğiniz oldu mu? Benim oldu.

Musée des Arts Decoratifs'te küratör eşliğinde gezdiğim bu serginin, her iki tasarımcıya yani hem Mösyö Louis Vuitton hem Marc Jacobs'a olan saygımın katlandığı bir sergi olmasının ötesinde, içimdeki şiddet duygusunu ortaya çıkardı.

Marc Jacob's Chocolate Box

Evet Marc Jacobs'ın "My Chocolate Box" dediği camekanın tam karşısında dikiliyorum. Çikolata ve çantaya bayılan bir kadın olarak çok tahrik edici bir görüntüye bakıyorum. Bir çekiç, bir süpermarket arabası işimi görür.

Önce yangın alarmını çalıştırırım, herkes dışarı kaçar. O hengamede çekici indirdiğim gibi, LV özel koleksiyon çantaları süpermarket arabama tepeleme doldururum. Çantaların sarhoşluğunda yapabildiğim en akılcı plan bu.

Bu derece sapkın şeyler düşünürken küratör kadının Fransız aksanlı İngilizcesi ile irkiliyorum "...all of these bags appeared for just one season..." E onu diyorum ben de, ya şimdi ya hiç. Bir daha bu çantaları bırakayım satın almayı, bir arada görme ihtimalim bile yok.

Moda Cambazı
Aşk

Louis Vuitton Marc Jacobs Exhibition Paris
Love

Amour
Amor

Sergide bir kısmını master projelerim sırasında bolca sunduğum, bir kısmını ise ilk kez öğrendiğim Louis Vuitton'a dair pek çok şey dinliyorum.


Louis Vuitton, üvey annesinin zulmünden ve çiftçi olan babasından yani evinden 14 yaşında ayrılarak Paris'e geliyor. 1 yıl boyunca yemek ve yatacak yer parası bulabilmek için günlük işlerde çalışıyor. Dünyaya hükmeden bir lüks marka hikayesinin başlangıcı bir Sindirella masalı tadında.

Vuitton gerçek anlamda bir vizyoner. Dönemin Paris'inde sadece 1 günlük gezi için gereken "perfect wardrobe" (kusursuz gardırop) aşağıdaki gibi minimum 5 kocaman elbiseyi gerektiriyor. Ayıplanmamak için bu kostümlerin günün belli saatlerinde sırayla giyilmesi şart. Louis Vuitton, bu hacimli kıyafetleri zenginler için şık ve pratik bir şekilde taşınabilir hale getiriyor.

Louis Vuitton Marc Jacobs Sergisi Paris
1 gün içerisinde 1 kadının giymesi gereken minimum kıyafetler :)
Perfect Wardrobe

Louis Vuitton Marc Jacobs Exhibition Paris
Louis Vuitton Trunks

Louis Vuitton'un kurulduğu günden son reklam filmine kadar hep anlattığı "seyahat" hikayesi işte bu şekilde başlıyor.

Onlarca valiz taşımak zorunda olan soylular, her bir valiz için ayrı bir anahtara sahipken; Louis Vuitton müşteriye özel anahtar sistemi getirerek tek bir anahtar ile tüm valizleri açabilme konforunu müşterilerine sunuyor. Bu, o dönemin müthiş bir inovasyonu.

Özel Gözlü Valiz
Müşteri Anahtar Defteri

Louis Vuitton 1880'lerde "çakma" tehlikesi ile karşı karşıya geliyor. Özgünlüğünü korumak ve taklit edilebilmeyi engellemek için bugün milyonlarca kadının düşlerini süsleyen ve LV'nin 2013 koleksiyonunda kıyafetlere de yansıyan "damier" desenini 1888'de yaratıyor. Evet, 125 yıldır bu desen hiç yok olmadı. Hep konuşulan "zamansız" bir stile sahip olmanın en başarılı örneklerinden biri.

Louis Vuitton "damier" deseninin ilk çalışmaları - 1888

Louis Vuitton'un müthiş başarı hikayesinin ardında pek çok inovatif ve stratejik farklı detaylar da var. Ama ben sergiyle devam ediyorum.


Louis Vuitton Marc Jacobs Sergisi

Louis Vuitton Marc Jacobs Exhibition


Moda Cambazı





Marc Jacobs'un botlara olan düşkünlüğünün bir yansıması - Boots Clocks

Çantaların tasarlanma aşamasında Marc Jacobs'ın düzeltme notları...







Louis Vuitton'un daha önce farklı sanatçılarla işbirliği yaparak sunduğu koleksiyonlar da tüm büyüsüyle orada. Benim favori işbirliğim Stephen Sprouse. Louis Vuitton ile çalıştığı grafitti koleksiyonunda, onunla özdeşen "downtown punk" anlayışını getirmesi hem çok radikal ve çarpıcı hem de pop-art şıklık açısından müthiş bir adımdı.



Moda Cambazı
Louis Vuitton & Stephen Sprouse İşbirliği

Moda Cambazı


Moda Cambazı


Moda Cambazı



Louis Vuitton & Richard Prince İşbirliği

1. katı Mösyö Louis Vuitton'lu Louis Vuitton, 2. katı Marc Jacobs'lı Louis Vuitton'u anlatan 2 katlı sergi alanında saatlerimi geçirdim. Yüksek dozda Louis Vuitton damarlarımda yayılırken, Marc Jacobs sergi çıkışında bana güle güle diyordu. Eteği ve ayağında birkaç sezondur popüler olan flatformlar ile: "Bye Guys!"


Marc Jacobs
MJ

MJ Flatformlar